Şirket Yöneticilerinin Cezai Sorumluluğu
Şirketlerin faaliyetleri sırasında suç teşkil eden bir eylemle karşılaşılması durumunda tüzel kişiler hakkında ceza yaptırımı uygulanmamaktadır. Şirketi temsil ve ilzama yetkili gerçek kişilerin cezai sorumluluğuna gidilmektedir.
Dolayısıyla şirketlerin faaliyetleri sırasında işlenen suçlar söz konusu olduğunda, şirketler değil yalnızca bu fiilleri işleyen, işlenmesine iştirak eden gerçek kişiler cezalandırılacaktır. Burada önemli olan, bu suç teşkil eden eylemler nedeniyle hangi gerçek kişinin cezai sorumluluğunun doğacağı konusudur.
Türk Ceza Kanunu’nun “Ceza sorumluluğunun şahsiliği” başlıklı 20. maddesi ve Anayasa’nın 38. maddesi gereği, yalnızca suça konu fiillerin işlenmesinde rolü olan şirket yöneticilerinin cezai sorumluluğu söz konusu olacaktır. Bir başka deyişle, sırf şirkete ortak olduğu için veya sırf yönetim kurulunda bulunduğu için hatta ve hatta yönetim kurulu başkanı olduğu için bu kişilerin cezai sorumluluğunun doğacağından bahsedilemez. Yargıtay’ın yerleşik içtihatları da bu yöndedir:
1. Yargıtay, sadece şirket ortağı olmanın cezai sorumluluk için yeterli olmadığını açıkça ortaya koymaktadır. Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin bir kararında hangi sanığın hangi gerekçe ile kusurlu olduğunun tespitinin gerektiği ifade edilmiştir. Karar metni aşağıda yer almaktadır:
“Sanıklar şirket ortakları olup, aile şirketi şeklinde faaliyet gösteren şirkette, diğer sanıkların babasının şirket müdürü, diğer sanığın şirketin dış işleri ve muhasebesi ile ilgilendiği, Sanıkların limited şirketin ortağı ve sorumlu müdürü oldukları, sadece şirket ortağı olmanın cezai sorumluluk için yeterli olmadığı dikkate alınarak, hangi sanığın hangi gerekçe ile kusurlu olduğu tespit edilerek sonucuna göre sanıkların hukuki durumlarının tayin ve takdirinde zorunluluk bulunması” şeklindedir[1].
2. Yargıtay, şirketin birden fazla kanuni temsilcisi varsa, cezai sorumluluğun şirketin şekil sorumlusu yerine suçun ayrıntısını bilen ve oluşumunda rolü olan temsilciye ait olduğunu belirtmiştir.
Yargıtay 19. Ceza Dairesi’nin ilgili kararı; “... Tüzel kişilerin birden fazla kanuni temsilcisi olduğunda suç, eylem ve fikir birliği içinde işlenmemişse sorumluluk, cezanın şahsiliği ilkesine bağlı olarak temsil yetkisinin bölüşümündeki ağırlık ve sınırlar dikkate alınarak, suçun şekil sorumlusu yerine ayrıntısını bilen ve oluşumunda rolü olan temsilciye aittir. … Ama her durumda; kanuni temsilcilerin, personelin fiillerini, işlediği sırada bilmediği yönündeki savunma ve olgusunun geçerliliği; tüzel kişinin iş ve yer yönünden faaliyet alanı, iletişim yoğunluğu ve olanakları, örgütlenme biçim ve yapısı, büyüklük ölçeği, personel sayısı, görev dağılımı, iş hacmi ve kapasitesi, bağımsız hareket etme olasılığı, mali bünyesi, mal varlıkları, kasa ve banka mevcudu, fiilin mahiyeti ve konusu gibi unsurlar dikkate alınarak bir değerlendirme yapılıp bir sonuca varılmalıdır.” şeklindedir[2].
Aşağıda yer alan Yargıtay kararında ise, kişinin şirketin yönetim kurulu başkanı olmasının başlı başına suça iştirak ettiği anlamına gelmediği ifade edilmiştir.
Yargıtay 15. Ceza Dairesi’nin ilgili kararı; “... Tüzel kişinin birden fazla temsilcisinin bulunması halinde cezai sorumluluğun cezanın şahsiliği ilkesine bağlı olarak temsil yetkisinin bölüşümündeki ağırlık ve sınırlar dikkate alınarak suçun şekil sorumlusu değil, ayrıntısını bilen ve oluşmasında rolü olan kanuni temsilciye ait olacağı, sanığın, şirket yönetim kurulu başkanı olmasının başlı başına suça iştirak ettiğine delil oluşturmayacağı...” şeklindedir[3].
Aynı şekilde Yargıtay 11. Ceza Dairesi’nin bir kararında da; “… ceza sorumluluğu şahsi olup, sanığın site yöneticilerinden biri olmasının cezai anlamda da işlenen suçtan sorumlu olduğunu göstermeyeceği, mühür bozma suçunu gerçekleştiren kişinin kim olduğunun açıkça belirlenmesi gerektiği…” ifade edilmiştir.[4]
3. Yargıtay, şirket yöneticilerinin haberi, talimatı ve emri olmadan yapılan işlemlerde, şirket temsilcileri yerine fiili bizzat gerçekleştiren kişilerin sorumlu olacağını belirtmiştir. Yargıtay’a göre TCK’nın 20. maddesine göre, suçun şekli sorumlusu olan şirket temsilcileri fail olamayacaktır.
Yargıtay 11. Ceza Dairesi’nin bahsi geçen kararı; “Tüzel kişilerin yönetici ve yasal temsilcileri ile vergi mükellefi veya sorumluları VUK' nin 359. maddesinde düzenlenen sahte belge düzenleme suçunun faili olabileceği gibi herhangi bir üçüncü şahısta bu suçu işleyebilir ve iştirak edebilir. Kural olarak gerçek kişi mükelleflerde de cezai sorumluluk vergiyi doğuran olayı gerçekleştiren mükellefe ait ise de bazı durumlarda vergi sorumluluğu ile cezai sorumluluk örtüşmeyebilir, bu durumda da cezaların şahsiliği ilkesi gereği cezanın muhatabı suçu işleyen fail olmalıdır. Keza temsilcinin haberi, talimatı ve emri olmadan eylemi gerçekleştiren kişiler de (personel, muhasebeci) işlediği eylemden sorumlu olacağından cezaların şahsiliği ilkesi gereğince suçun şekli sorumlusundan ziyade sahte belgeyi düzenleyen gerçek failler araştırılmalıdır.” şeklindedir[5].
4. Yargıtay, şirket yöneticilerinin cezai sorumluluğu belirlenirken, iş bölümüne dair şirket esas sözleşmesi ve iş bölümüne ait kararların incelenmesi ve olay tarihinde şirketteki görev ve sorumlulukların tespit edilmesi gerektiğini ifade etmektedir. Yargıtay 11. Ceza Dairesi’nin söz konusu kararı aşağıda yer almaktadır:
“…tüzel kişilerde vergi kanunları yönünden sorumluluk 213 sayılı VUK’nin 10. ve 333. maddelerinde düzenlenerek aynı Kanun’un 359. ve 360. maddelerinde öngörülen cezaların bu fiilleri işleyenler hakkında hükmolunacağının öngörüldüğü, tüzel kişilerin birden fazla kanuni temsilci bulunup da suç, eylem ve fikir birliği içinde işlenmemiş ise sorumluluğun, cezanın şahsiliği ilkesine bağlı olarak temsil yetkisinin bölüşümündeki ağırlık ve sınırlara göre suçun şeklî sorumlusuna değil, ayrıntısını bilen ve oluşumunda rolü olan temsilciye ait olacağı gözetilerek, varsa iş bölümüne dair şirket esas sözleşmesi ve iş bölümüne ait kararlar getirtilip, olay tarihinde sanığın şirketteki görev ve sorumluluklarının tespit edilmesi; suç konusu faturaları düzenleyen mükelleflerin CMK'nin 48. maddesi hatırlatılarak tanık sıfatıyla dinlenip, sözü edilen faturaları hangi hukuki ilişkiye dayanarak kime verdiklerinin, sanığı tanıyıp tanımadıklarının sorulması, toplanan tüm deliller değerlendirilip, sonucuna göre sanığın hukuki durumunun belirlenmesi gerektiği” şeklindedir[6]
Yine benzer bir Yargıtay kararında; yönetim kurulu başkanı ve yönetim kurulu üyesi olma dışında bir sıfatları bulunmayan sanıkların fiilen üretimden sorumlu olup olmadıklarının araştırılması ve varsa fabrikanın imalat müdürü, sorumlu müdürü, atölye şefinin belirlenmesi gerektiği ortaya konulmuştur. Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin ilgili kararında;
“270 işçinin çalıştığı Organize Sanayi Bölgesindeki metal fabrikasında, mağdur deneyimli işçinin, çift el kumandası bulunmayan sadece ayak pedalı ile çalışan pres makinesine eliyle sac koyarken ayağının dalgınlıkla pedala dokunması sonucu pres başlığının inip iki parmağını kesmesi şeklinde gerçekleşen olayda; keşif sonucu düzenlenen bilirkişi raporunda somut olarak sanıklara ne surette kusur izafe edildiği belirtilmeden tüm kusurun tüzel kişiliğe yüklenmesi, Yönetim Kurulu Başkan ve üyesi olma dışında bir sıfatları bulunmayan sanıkların fiilen üretimden sorumlu olup olmadıkları araştırılmadan ve varsa fabrikanın imalat müdürü, sorumlu müdürü, atölye şefi belirlenmeden yetersiz bilirkişi raporuna dayanılarak cezaların şahsiliği ilkesine aykırı olacak şekilde hüküm kurulması” bozma nedeni sayılmıştır[7].
Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin bir diğer kararında da; aile şirketi olmasından dolayı şirkette hissesi bulunan ve resmiyette yönetim kurulu başkan yardımcısı olan ancak şirketin ara hizmetlerinde görevli olan sanığın cezai sorumluluğuna gidilemeyeceği ifade edilmiştir. Bahsi geçen Yargıtay kararı aşağıda yer almaktadır:
“…taksirle öldürme suçundan anılan şirketin yönetim kurulu başkanı M..S.. T..hakkında dava açıldığı ve yapılan yargılama sonunda, üç iş güvenliği uzman bilirkişi tarafından düzenlenen heyet raporunda, iş kazalarını önleme anlamında risk analizi yapılmadığı, çalışanların risk ve tehlikelere karşı eğitilmediği, alandaki çalışmaların denetimini ehil olmayan kişilere terk edilmesi ile olayda şirket yönetim kurulu başkanı M..S..T.. ve yönetim kurulu başkan yardımcısı S.. T..'ın asli kusurlu olduklarının belirtilmesi ile M.. S..T.. atılı suçtan mahkumiyetine hükmedilip, karar ile birlikte S.. T.. hakkında ise Cumhuriyet savcılığına suç duyurusunda bulunulduğu Konya Cumhuriyet Başsavcılığınca sanık hakkında taksirle öldürme suçundan dava açılmış ise de; sanığın aşamalarda anılan şirketin aile şirketi olmasından dolayı hissesinin bulunduğunu, olay tarihinde resmiyette yönetim kurulu başkan yardımcısı olduğunu, şirketin ara hizmetlerinde görevli olduğunu beyan ettiği, … yönetim kurulu başkan yardımcısı olmak dışında herhangi bir görev ve yetkisi bulunmayan sanığın sorumluluğuna gidilemeyeceği” şeklindedir[8]
Yukarıda yer verilen Yargıtay kararları, Anayasamızın 38. maddesi ve TCK’nın 20. maddesinde düzenlenen cezaların şahsiliği prensibi gereğince kanuni temsilcilerin tamamının değil, yalnızca fiilin ayrıntısını bilen, oluşumunda rolü olan ortak ya da yöneticinin cezai sorumluluğundan bahsedilebilecektir. Suça konu eylemlere fiilen iştirak etmeyen, eylemlerin ayrıntısını bilmeyen ve oluşumunda rolü olmayan yönetim kurulu üyesi ve hatta yönetim kurulu başkanının cezai sorumluluğu doğmayacaktır. Yargıtay kimi olayda ise, yönetim kurulunun bilgi ve onayı olmadan yapılan iş ve işlemlerde, doğrudan fiili gerçekleştiren kişinin cezai sorumluluğunun olacağını ifade etmektedir. Bu durumda şirketin yönetiminde yer almayan kişilerin da yargılanabileceğini ifade etmiştir. Yine Yargıtay kararlarından görüleceği üzere; iş bölümüne dair şirket esas sözleşmesi ve iş bölümüne ait kararlar, cezai sorumluluğun belirlenmesinde son derece önemlidir. Özetle belirtmek gerekir ki; Yargıtay, şirketlerle ilgili ceza davasını gerektiren olaylarda cezaların şahsiliği prensibini sıkı bir şekilde uygulamaktadır.
[1] Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin 2014/2054 E. ve 2015/3562 K. sayılı kararı.
[2] Yargıtay 19. Ceza Dairesi’nin 2015/2982 E. ve 2015/8334 K. sayılı kararı.
[3] Yargıtay 15. Ceza Dairesi’nin 2014/3129 E. ve 2016/8775 K. sayılı kararı.
[4] Yargıtay 11. Ceza Dairesi’nin 2016/819 E. ve 2016/3915 K. sayılı kararı.
[5] Yargıtay 11. Ceza Dairesi’nin 2017/12367 E. ve 2022/4169 K. sayılı kararı.
[6] Yargıtay 11. Ceza Dairesi’nin 2021/3900 E. ve 2021/8135 K. sayılı kararı.
[7] Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin 2012/16102 E. ve 2013/8373 K. sayılı kararı.
[8] Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin 2014/22476 E. ve 2015/15802 K. sayılı kararı.